Gülçin ERŞEN
Çocukken saçma, ama büyüyünce adını çok anlamlı bulduğum bir oyun var: "Tavşan Kaç, Tazı Tut". Türkiye'de son zamanlarda birileri tavşana "Kaç", tazıya "Tut" diyor. İşin acı tarafı tavşanın gerçekten tavşan, tazının da gerçekten tazı olduğu belli değil. Zira o birileri başka bir zaman da tazıya "Kaç", tavşana "Tut" diyebilir. Ve ne yazık ki, tavşan mı, tazı mı, insan mı olduğunun ayırdında olmayanlar, bu oyuna gelerek, kaçmaya ve kovalamaya devam edip durur. Bu kısır döngü ne zamana kadar sürer? Halkın bilinçlenmesine, bilgilenmesine, farkındalığının oluşmasına ve artmasına değin...
Türkiye ve Türk halkı yüzlerce yıldır, üzerinde oyunlar oynanan bir ülke ve halk. Bu şansızlığımız olsa da, binlerce yıldır kültürümüzde barındırdığımız, genlerimize işlenmiş ve hâlâ varlığını sürdüren bazı meziyetlerimiz, erdemlerimiz var ki; oynanan onca oyuna, kurulan onca tuzağa karşın, içimizdeki ve dışımızdaki düşmanların istediği boyutta düşmanlıklar, savaşlar, bunalımlar, "kargaşa" yaşanmadı, yaşanmıyor. Ama, yine de tehlikedeyiz ve tehlikenin çapı, genişliği, derinliği gittikçe artıyor.
"Kargaşa (Kaos)" deyince şöyle bir durup düşünmek lazım. Yıllar önce "İlluminati" üzerine okumalarım olmuştu. Buna göre; adına "İlluminati" denilen, ırklar, uluslar, dinler ve ideolojiler üstü, şeytana tapan bu büyük ve güçlü oluşumun yeryüzünde hep istediği ve uğraştığı şey "kargaşa yaratmak". Konuyla ilgili türlü bilgi karmaşasına ve kuramlara karşın, Allah'ın varlığına, birliğine, hiçbir şeyin Allah'ın (külli) iradesine karşı duramayacığına inanan biri olduğumdan, paranoyalara, korku ve kaygılara kapılmıyorum. Ancak, mantıklı düşündüğümde; birçok sıradan insanın önemsediği ırk, ulus, din, siyasal ideoloji gibi kavramları aslında umursamayan, salt kendi üstünlüğü ve çıkarları için kullanan kişilerin ve bu kişilerin bağlı olduğu, temsil ettiği yapıların varlığına inanıyorum.
Savaşı kim ister?
Kendilerinin ve yandaşlarının ya da yakınlarının iktidarı, gücü, başarısı, zenginliği için her yolu mübah ve kendilerini diğer insanlardan üstün (hatta insanüstü) sayanlar, başkaları için kargaşa, savaş, acı, hastalık, yoksulluk isteyebilirler.
Geçenlerde Bodrum'da yapılan barış yürüyüşünde taşınan "Savaşın kazananı, barışın kaybedeni yoktur" pankartı hoşuma gitti. Ama, savaşın -geçici de olsa- kazananı vardır: İşte yukarıda sözünü ettiğim bencil, çıkarcı, hazcı, narsist, şeytani kişiler ve onların barındığı, desteklediği güç odakları (Gizli ve açık örgütler, resmi ve gayri resmi kurumlar, uluslararası şirketler...) ...
Yıllar önce üniversitede Siyaset Bilimi dersinde (1987 yılıydı ve Rahmetli Turgut Özal başbakandı), aslında Türk hükümetinin PKK terörüne göz yumduğunu, hatta terörün artmasına, terör örgütünün güçlenmesine çalıştığını; çünkü, böylece terörle uğraşan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin "darbe" yapmaya fırsat bulamayacağını, öte yandan Amerikalı ve Batılı silah tüccarlarının kazanacağını, bu yüzden zaten ABD başta olmak üzere, Avrupa ülkelerinin de terörü ve şimdiki hükümeti desteklediklerini falan söylemiştim. Her zaman saygı, sevgi ve rahmetle andığım hocam Prof. Dr. (O zaman Doç. Dr. idi) Ahmet Taner Kışlalı, hafif espirili bir tonla bana, "Bu düşünceleri öyle her zaman her yerde dile getirmesen iyi olur, başın derde girebilir" demişti. Şimdi benzer düşüncelerime ilaç ve tıbbi malzeme şirketlerini de ekliyorum. Savaş ve salgın hastalıklar onlara da çok kazandırıyor kuşkusuz! Bu arada da başka güç ve çıkar odakları da isteklerine ve planlarına uygun koşulların oluşmasını ellerini ovuşturarak bekliyorlar.
Ben ne tavşan ne de tazı olmak, ne kaçmak ne de kovalamak isterim. İnsan olarak, insanca yaşayalım yeter.
Ali Hafızoğlu Kitabı
Geçen hafta Eğitimci Yazar Zeki Sarıhan'ın "Ali Hafızoğlu Kitabı"nı bitirdim. Kitabı okuduktan sonra, kitaba ilişkin duygu ve düşüncelerimi paylaşmak, teşekkür etmek için Zeki Sarıhan'ı aradım. Zeki Bey, kitabın sonundaki "Ali Hafızoğlu'nun Öyküsü Üzerine Düşünceler" bölümünde siyasal ve toplumsal yaşamımıza, kırsal ve yoksul kesime ilişkin çok yerinde tespit ve yorumlarda bulunmuş. Ağır yol vergisine karşı yürüyüş eylemine katılacak, köylülerin topraklarının devlet eliyle köylüye hakça dağıtılmasını, sağlık ve eğitimin parasız olmasını isteyecek kadar sosyalist görüşteki 1919 doğumlu Ali Hafızoğlu'nun, çok partili dönemde ilk genel seçimlerden sonra sürekli sağ partilere oy vermesi, başta CHP'liler olmak üzere, sol aydınların, siyasetçilerin, bilim insanlarının üzerinde düşünmesi gereken bir olgu. İşte burada halk kitlelerinin eğitilmesi ve bilinçlendirilmesinin önemi öne çıkıyor. Beni en çok duygulandıran; ömür boyu yoksulluk çekmiş ve türlü haksızlıklara uğramış, hastalıklar ve ameliyatlar geçirmiş, "Milletin Efendisi" olamamış Hafızoğlu'nun, asla hırsızlık, yolsuzluk, haksızlık, aç gözlülük yapmaması! Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana devletimizi sırtında taşıyan milyonlarca adsız kahramandan biri olan Hafızoğlu, geçen yıl 96 yaşındayken yaşama gözlerini yummuş. Allah rahmet eylesin.
Sarıhan'a, kitabını, 25-30 yıl kadar önce okuduğum Oscar Lewis'in röportaj roman türündeki "İşte Hayat" kitabından sonra, aynı tarzda okuduğum en başarılı çalışma sayabileceğimi; özellikle ülkemizde Siyaset Bilimi ve Toplumbilim derslerinde incelenmesi gereken bir kitap olduğunu da belirttim. Bence, siz de okuyun.
(2 Ağustos 2015 / Güllük)