Bahçeli’nin malum ‘çağrısı’ ve peşinden İmralı’ya ziyaretlerin kaç yıl sonra başlaması, sonrasında da Öcalan’ın silah bırakma çağrısı etrafında gelişen olayları izlerken, hiç gözden kaçırılmaması gereken ilk şey, bütün bu süreç boyunca hep geride durarak ‘izleme’ tavrında kalan Erdoğan’ın, bütün bu sürecin esas yöneticisi olduğudur. Yazılan çizilenlerden, sürecin aslında epey önce İmralı’da Öcalan’la yapılan görüşmelerde pişirildiği, sonra da Bahçeli eliyle piyasaya sürüldüğüdür. O zaman şu soruyu sormak zamanıdır. Erdoğan neden böyle oldukça riskli bir sürece yeşil ışık yaktı?
Erdoğan iktidarının, bütün tek adamlık yetkilerine karşın artık ülkeyi yönetemediği, açlık ve yoksulluğun hiçbir şekilde örtülemediği, ülke ekonomisinin giderek kötüye gittiği nettir. Muhalefetin, Mart 2024 yerel seçimlerindeki büyük başarısı ortadadır ve muhalefet, bu nedenle, yönetilemez hale gelen ülkede erken seçim talebini net bir şekilde ortaya koymakta ve giderek taraftar toplamaktadır.
Bu nedenle hem bu ekonomik sorunların sürekli gündem olmasını önlemek, hem de yeniden ve ‘ömür boyu’ seçilebilmesinin önünü açmak için Anayasa’yı değiştirebilmek için yeterli olmayan TBMM’ndeki mebus sayısını, bu sayede ikna edebileceği DEM partinin de oylarıyla gerçekleştirebilmek amacıyla, bu süreci başlatmıştır. Böylelikle, Türkiye’nin bu çok önemli ve uzun süre konuşulabilecek Kürt meselesiyle ilgili adımla, ekonomi gündemini perdelemeyi düşünmektedir.
Bu işin öyle söylendiği gibi kolay olmadığını ve geçmişteki ‘çözüm süreci’nin nasıl fiyaskoyla sonuçlandığını bildiğinden, bu sürecin hep ‘üstünde-dışında’ kalarak, sorumluluk üstlenmek istememiştir.
ÖCALAN’IN ÇAĞRISI
Öcalan’ın PKK’nın eski konumunu gerekçelendirmesi, artık silahlı mücadelenin çözüm olmadığını söylemesi, vb. elbette tartışılabilir. Ama sonuç olarak, silahların bırakılması gerektiği, ayrı bir devlet ya da özerklik gibi bir talebin olamayacağını söylemesi, önemlidir. Öcalan’ın tam 50 yıl önce ’71 darbesi sonrası hızla yükselen Türkiye sol siyasetine Kürt milliyetçiliği kamasını soktuktan sonra, şimdi bunları söylemesi, geç de olsa, ülkemiz açısından elbette son derece olumludur. Ama iktidarın Öcalan’la yaptığı ‘pazarlığın’ ayrıntıları konusunda hiçbir şey net değildir. ‘Kayyum’ atamaları ne olacak, bu süreç TBMM’nde mi yoksa Erdoğan’ın iki dudağı arasından mı yürütülecek belli değil.
PKK’nın esas silahlı güçlerinin bulunduğu Kuzey Irak’taki Kandil ve Kuzey Suriye’deki YPG’nin de silah bırakıp bırakmayacağı da net değil. DEM Parti Eş Genel Başkanı, Öcalan’ın çağrısının YPG’yi kapsamadığını söylerken, Öcalan görüşme heyetinden Sırrı Süreyya Önder, herkesi kapsadığını söylüyor.
ÜLKE DIŞINDAKİ KÜRTLERİN DURUMU..
Kandil ise, Öcalan çağrısı sonrası, sadece ‘ateşkes’ ilan etti; silah bırakmadı.
YPG ise Öcalan’ın kendilerine yazdığı mektupta silah bırakma gibi bir talebi olmadığını söyledi. Üstelik, Suriye’de iktidara gelen El Şara ile geçtiğimiz gün 8 maddelik bir anlaşma imzaladı ve silahlı güçlerinin Suriye devletinin bir parçası haline geldiğini iddia etti. O zaman silah bırakma falan yok.
Zaten, uluslararası ilişkiler konusunda birazcık bilgisi olan bir kişi, bunca yıldır oluşturulmuş silahlı örgütler, öyle 25 yıldır hapiste olan liderlerinin bir sözüyle silah falan bırakmaz. Kandil yöneticileri Apo’nun ‘rehin’ olduğunu söylediler. Özellikle yurt dışında, Irak’ta, Suriye’de mevzilenmiş olanlar, pek çok başka uluslararası ilişkinin parçası olmuş durumda. Ortada ABD var, İngiltere var, Rusya var, İran var, İsrail var..
Ortadoğu tam bir cangıl, tam bir bataklıktır. Üstelik Suriye’deki son gelişmeler, daha Suriye’de bir devlet ve ordu olmadığının da kanıtı. Binlerce alevi sivilin katledildiği görüntüler, sosyal medyada dolaşıp duruyor. İsrail ise güney Suriye’yi resmen işgal etmiş durumda.
ERDOĞAN ÇOKLU OYNUYOR..
Erdoğan’ın, bölgedeki gelişmeler iyi takip edilirse, Öcalan açılımıyla sadece Türkiye içinde değil, Kuzey Irak ve Suriye’deki Kürtlerle ilgili de, gelişmelere göre açılım yapma düşüncesinde olduğunu söylemek mümkün ve gerçekçi.. ‘Yeni Osmanlıcılık’ anlayışının bir uzantısı olarak, Kuzey Irak’taki Barzani ve Talabani ve Kuzey Suriye’deki YPG’yi de içine alan Kürtleri, Türkiye çatısı altında ‘özerk’ bir yapı içinde tutmak gibi bir kartı da elinde tuttuğunu söyleyebiliriz. Böylelikle hem çok büyük petrol yataklarının bulunduğu bu bölgelerden ekonomik fayda sağlar, hem de güneyindeki Kürt tehlikesini ‘kontrol etme’ yetisini kazanabilir. Ama o zaman da İran’la ve ABD’ye karşı karşıya kalabilir. Çünkü İran, böyle bir gelişmeye kayıtsız kalmaz; İran’ın batısında da geniş bir Kürt nüfusu var. ABD zaten Kuzey Suriye’deki Kürt yapılanmasının hamisi ve koruyucusu durumunda. Barzani ve Talabani zaten Kuzey Irak’ta özerk bir Kürt Devleti. Rusya şu anda sessiz gibi, ama İran’la birlikte bu tür gelişmelere mutlaka bir türlü müdahale eder. İngiltere ve Fransa da el altından bütün gruplarla ilişkide. Öyle ki, Esat sonrası Suriye’nin yeniden inşası konusundaki toplantılara, ABD, İngiltere vb. katılırken, Türkiye davet edilmiyor bile. Hatta Türkiye, sanki Suriye’deki gelişmeleri yönlendiriyormuş gibi göstermesine karşın, yeni Suriye yönetimi, tersine, Türkiye’den ithal edilecek mallara %400’lere varan zam yaparak, bütün görüşmelere karşın bu zamlardan vazgeçmeyerek, öyle Türkiye’nin yönlendirmesiyle hareket etmediğini de gösterdi zaten..
Orası bir Ortadoğu bataklığı..
Türkiye, bu batağın içine çekilmeye çalışılıyor ve zaten Suriye’de yönetimi ele geçiren HTŞ ve şu anda Lazkiye bölgesindeki katliamların sorumlusu olarak gösterilen ve Türkiye’nin kontrolündeki ‘Özgür Suriye Ordusu’ adlı şeriatçıların destekçisi olarak, bu bataklığa girmiş durumda.
Erdoğan, bütün bu oynaklık içinde, Türkiye’nin birinci gündem maddesinin PKK’nın silah bırakma ve kendini feshetme tartışmaları içinde kıvranmasını tepeden gözleyerek ve hatta teşvik ederek, halkın en önemli sorunu olan ekonomik sorunların tartışılmasını perdeleme çabasında.
Erdoğan, gelişmelerin ‘dışında ve üstünde’ kalmaya devam ederek, eğer yukarıda saydığımız beklentiler gerçekleşmezse, bu kez ‘güney sınırlarımızın güvenliği’ gerekçesiyle sınırda ‘savaş’ diyebileceğimiz saldırılara girmeyi, böylece yine ekonomik ve sosyal krizi bir militalizm perdesiyle gölgelemeyi bile düşünüyor olabilir, ki Milli Savunma Bakanı’nın açıklamaları, buna kapı aralamış durumdadır.
Bütün bunlar olabilir, çünkü Erdoğan iktidarının temel amacı, ‘Kürt meselesini çözmek’ değil, ülkenin en büyük sorunu ekonomik sorunları ve erken seçim talepleri tartışmasını perdelemektir. Zaten Erdoğan’ın ‘tek adam’ politikalarıyla ‘Kürt sorununu’ çözmek de mümkün değildir. Bu ancak demokratik bir toplumda ve TBMM çatısı altında çözülebilir.
Dolayısıyla, esas gündem bu değildir. Bıçak artık vatandaşların boynuna dayanmıştır. Bu iktidar ekonomik sorunları aşma konusunda tam bir acziyet içindedir. Sadece ekonomik değil, sosyal, idari, hukuki konularda da tam bir çaresizlik durumu ortadadır.
Özet durum şudur:
Gündem ekonomidir!
Gündem bu iktidarın ülkeyi yönetememesidir!
Gündem, erken seçimdir!..
Gündem, Erdoğan iktidarının artan baskılarına karşı mücadeledir!..





