• 13 September 2024, Friday 10:00
CelalDurgun

Celal Durgun

MASAL GİBİ AMA MASAL DEĞİL

Erbil Tuşalp’ın yazdığı “EYLÜL İMPARATORLUĞU” isimli kitabını 36 yıl sonra yeniden okudum.

Koca koca adamların, insan kılıklı yaratıkların neden olduğu baskı, işkence, zulüm; haksızlık, hukuksuzluk yüreğimi dağladı.

Hele Beyhan’ın kızımızın yaşadığı hasret, anne ve babaya kavuşma özleminin anlatıldığı satırları okurken gözyaşlarıma hâkim olamadım. “İçim çürüdü.”

İşte, sizin de içinizi çürüteceğine inandığım o satırlar:

“Sevimli mi sevimli bir kızdı; pırıl pırıl saçları, maviş gözleriyle öpülesi koklanası bir küçük insandı.

12 Eylül sabahı zil sesleri ile uyandığında evin içine doluşan, orayı burayı karıştıran insanlara sevecen gözlerle bakmıştı da “ne bu samimiyet?” diye sormuştu içlerinden biri sesini yükselterek.

Birkaç mutlu gün daha yaşayabildi Beyhan anne ve babasıyla. Bir sabah uyandığında artık ne annesi vardı, ne de babası. İmparatorluk zulmünde “un ufak olmaktansa…” deyip, yurtdışına gitmeyi yeğlemişlerdi.

Beyhan günlerce anne ve babasını aradı. Oda oda dolaşıyordu evi. Tutamadığına, uzanabildiği kapıları açıyordu tek tek, parmaklarının ucunda yükselerek.

Kapı arkalarına, dolap içlerine uzatıyordu başını. Kapının zili çalmaya görsün; sevinç çığlıkları atarak ok gibi fırlıyordu yerinden. Anne diye, baba diye… bir solukta dikiliyordu kapının önüne.

Gelenlerin hüznüne boğulup gidiyordu coşkusu. Soran gözlerle bakıyordu. Susarak soruyordu; bir şeyler anlatsınlar istiyordu. Anne diye, baba diye dil dökerek bir şeyler anlatıyordu. Konuşarak soruyordu. Taş kesilmişti herkes. Konuşamıyordu ama “Gelecek” deseler anlardı. Kimse konuşmuyordu, kimse hiçbir şey söylemiyordu.

Bir süre sonra, Beyhan’ın da sesi soluğu kesildi. Hüzün boğdu gözlerini. Herkes gibi o da konuşmamaya başladı. Yemiyor, içmiyordu artık. Ağzına kilit vurup anne, baba dermekten de vazgeçti. Değil kapının zili çalan telefonlar bile yerinden kıpırdatmaz olmuştu Beyhan’ı…

İki yaşında anne ve babasından koparılarak susturulan bir yurttaşıydı imparatorluğun.

… Ve bir gün küçücük ayaklarıyla tıpış tıpış yürümeye başladı. Annesine, babasına gidiyordu Esenboğa Havaalanının kapısından çıkıp.

Belki milyonlarca insanın yüreği onun için atıyordu ama o küçük insan tek başınaydı pasaport polisinin önünde.

Damarlarındaki Fransız direniş hareketinin ateşini söndüremeyen bir diplomatın, dördüncü çocuğu olarak aile pasaportuna eklenip, yurtdışına kaçıyordu Beyhan.

Ülkesine dinlenceye giden bir diplomatın çocuğu oluvermişti…

Karnı acıkınca, susayınca ya da çişi gelince susması gerektiği de öğretildi.

Türkçe ağlamayacak, Türkçe gülmeyecekti Beyhan…

Anneye gidiyordu Beyhan; anne demek yasaktı.

Babaya gidiyordu baba demek yasaktı.

Havaalanında, üç yeni kardeşinin arasında boy sırasına girdi. Bir eliyle sımsıkı tutuyordu, kendisini anne ve babasına götürecek “ateşe”nin elini. Başı önündeydi. Gözlerindeki buğu gitmiş, yerine korku gelmişti. Boncuk boncuk terlemişti. Anneannesine son bir kez baktı. Yürüyüp gitti.

Uçağa girer girmez uyudu. Uyandığında ne su istedi, ne de çişi geldi. Söz dinliyor, uçakta da konuşmuyordu…

Her şey en ince ayrıntısına değin hesaplanmıştı kaçışın ama, Orly’de 24 Nisan tarihinin çıkaracağı sorunlar görmezlikten gelinmişti. O gün Türkiye’den gelen tüm uçaklar, küçük büyük ayırmadan

Didik didik sorgulanmıştı.

İki yaşındaki Beyhan’ın, Lisette olmadığı ortaya çıktı. 24 Nisan 1981 tarihinde saat 22.00’de gözaltına alındı Beyhan, yaşamında ilk kez.

Fransız polisi çaresiz geri gönderecekti Beyhan’ı. “Hiç değilse” dedi ateşe, “bir kez kucaklarına alsınlar çocuklarını.”

Beyhan’ın sığınma işlemi gece yarısı kabul edildi.

Paris’te, Orly yollarında büyük bir insanın hıçkırıklarıyla rahat rahat ağlıyordu Beyhan. Anne ve baba kucağında ağlamanın tadı, yıllar sonra anımsayacağı tek şey olarak kalacaktı.

Nasıl da özlemişti annesini, babasını… Susmaktan nasıl da bıkmıştı…

Durmaksızın anne, baba diyordu. Küçücük ellerini ıslak yüzlerinde gezdiriyordu onların…

Eylül İmparatorluğu için sakıncalı binlerce insan, böyle koparıldı çocuklarından.

Binlerce çocuğun yüreğine böyle ekildi düşmanlık tohumları.

Pek azı yenebildi imparatorluğun inadını.

Binlerce insan yıllar sonra hala çocuklarının kokusuna hasret, binlerce çocuk anne ya da babasının yüzlerini unuttu çoktan…

Bir süre sonra Beyhan’ın anne ve babası “yurtdışında Türkiye aleyhine çalıştıkları” savıyla yurttaşlıktan çıkarılacaktı.”

 


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


Site en altı
yukarı çık